Yaş 25
evlilik zamanı geldi geçti derken annem açtı yuva kurma konusunu. Saliha bir
kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum. Yakın bir akrabamızdan haber geldi.
Komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden daha da dine bağlı olduğunu
duyunca sevindim.
Gittik.
Bir görelim görüşelim dedim. İlk ailesiyle konuştum… Hatta ben konuşmadım
sürekli onlar konuştu, şaşırdım kaldım… Bir şey diyemedim… Kına gecesinde en
iyi müzisyenler olacakmış, düğünde keza aynı… Ev dayalı döşeli olacakmış, hem
de en pahalısından… Araba alacakmış son model hem de, çünkü komşunun damadı
sıfır araba almış geçende… Anne hadi kalk gidelim diyecektim utandım.
Kızla
görüştürmek istediler… İslamiyet’e uygun olarak görüştük. On beş bilezik, en
güzel gelinlik, en büyük düğün salonu… Ne diyeceğimi bilemedim.
Ben Saliha
bir eş istiyordum sadece…
İstekleri
bir türlü bitmiyordu. O anda yan taraftaki aynadan göz ucuyla baktım kendime.
Görünüşümde bir iş adamı profili de yoktu. Yirmi beş dakika konuştu, istekleri
bitince sıra bana geldi. Senin isteklerin nelerdir dedi. Bir an önce gitmek
istiyordum, sıkılmıştım. Geleli bir saat olmasına rağmen dünya malına
bağlananlarla birlikte olmak içimi karatmıştı. Tekrar sordu isteklerin
nelerdir… Hayırlısı olsun dedim ve kalktım. Nezaketle ayrıldık evden.
Yolda
giderken telefon geldi. Amcam arıyordu. Yan komşuları Serhat amcanın kızı
varmış. Serhat amca çok iyidir. Çocukluğumdan beri tanırım kendisini. Tamam
dedim amcama geliriz… Serhat amcalara gitmek içi hazırlanıp annemle koyulduk
yola, on beş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan,
başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım, utancımdan bir şeyde diyemiyordum.
Derken söz asıl konuya gelmişti. Evladın seni severim. Maksat gençleri mutlu
etmek. Allah-u Teâlâ’nın izniyle dedi ve başladı istediklerini saymaya… O kadar
çok şey saydı ki uykum gelmeye başladı. En sonunda da benim oğlumun kumar borcu
var. Onu ödemeden evlilik de olmaz zaten dedi. Birden gözlerim açıldı,
şaşırmıştım açıkçası. Gözümü yerden alamadım uzun süre… Serhat amca gençleri
görüştürelim dedi. Bir odaya girdik, kız konuşmaya başladı. Önceki konuştuğum
kız gibi ne varsa her şeyi istiyordu. Konuşmasını çalan telefonu böldü. Açıp
konuştu kapattı. Tekrar çaldı konuşup kapattı. Sonra tekrar…
Dayanamadım
sordum arayan kim diye. Eski nişanlısıymış, ayrılalı on gün olmuş. Neden
ayrıldıklarını sordum. Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş sonra
tartışmışlar, tartışma da büyüyünce ayrılmak zorunda kalmışlar. Oturduğun kişi
kimdi ki? Çalıştığı yerdeki müşterilerden biriymiş. Demek önceden
çalışıyordunuz? Evet, ben masörüm dedi. Şoktan şoka giriyordum. Beş dakika da
bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı. Evlilik amacını sordum. Nişanlısı çok
rahatsız ediyormuş. Farklı bir hayat farklı bir ortam istiyormuş. Açık konuşmak
gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş. Daha fazla dayanamayıp izin isteyip
kalktım…
Ben
sadece Saliha bir eş istiyordum…
Nezaketle
ayrıldık annemle. Daha sonra öğrendim ki Serhat amca arkamdan bir sürü laf
etmiş. Gülümseyip, bugün öven yarın söver dedim içimden. Artık evlilik
düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum. Akşamları
hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum. Karşı komşumuz geceleri
çalıştığı için akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının
arkasından ağlayıp dururdu. Her gece ablası çocuğu oyalamak için balkona
çıkıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu. Bu sık sık tekrar etmeye
başlayınca bunaldım artık. Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı
saatte çıktım balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya. Her akşam kitap
okuyorsun dedi. Nedir onlar. İşte beklediğim fırsat gelmişti okumak istersen
vereyim deyince olur dedi. Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım
kitabı. Hadi gir eve de okumaya başla dedim. Kitabı okumuş olacak ki bir daha
balkona çıkmaz oldu.
Evlilikten
vazgeçmiştim, bir eş bulmak bana uzak görünüyordu. Aradan aylar geçmişti, o
zaman zarfında birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle. Fakat netice aynı
değişen bir şey yoktu. Bir Salı akşamıydı içim çok daralmıştı, adeta
boğuluyordum. O gece iki rekât namaz kılıp yattım. Acayip bir rüya gördüm. Birine
anlatmalıydım bu rüyayı. O akşam balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı.
Gözüm dolunayda cebimden çıkarttım telefonu. Kimin aradığına bakmadan kulağıma
götürüp açtım. Arayan ses tanıdıktı. Fakat o günden sonra hayatımın
değişeceğini nerden bilebilirdim ki… Arayan en yakın arkadaşım Ali’ydi. Canı
sıkılmış beni çağırıyordu. Abdest aldım evin yanındaki çay bahçesine gittim.
Çocukluğumuzdan açıldı konu. Sonra gördüğüm rüyayı anlatmak istedim. Tozlu bir
köy yolunda gidiyorum. Elimde bir tane kılıç vardı etrafımda ise bir sürü
yılanlar… Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarı doğru. Hepsi
üzerime atılmak için fırsat kolluyordu. Kılıçla kendimi savunuyordum. Bana
yaklaşanları öldürüp ilerliyordum. İleride uyuyan biri vardı. Bilmediğim bir
ses işittim ama ortalıkta kimse yoktu. Uyuyan kişiye baktım. O ses yatan kişi
Mus’ab bin Umeyr’dir dedi. Sonra ileride giden iki kişi gördüm. Biri
Peygamberimizdi. Diğerinin kim olduğunu görmedim.
Ali yorumlamaya
başladı rüyamı; Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın dedi. Konu
evliliğe geldi yine. Başımdan geçenleri anlattım. Dertliydim bu konuda. Benim
eşim dünyaya bağlı olmamalıydı. Sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı. Uzunca
dinledi Ali sıkıntılarımı. O konuşmaya başladı bu sefer. Evden çıkarken annem
dedi ki bizim mahallede bir kız varmış anla görüştürmek istiyorlar seni. Yok,
Ali bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum dedim. Kızda pek
istekli değilmiş zaten dedi. Niye diye sordum. O da birkaç kişiyle görüşmüş
daha sonra evlilikten soğumuş iyice. Ali’nin annesi ısrar edince de olur
görüşelim demiş. Tamam dedim. Yarın gideriz diye sözleştik.
Rüyam
geçek mi olacaktı acaba? Bu zamana kadar sabrettim önüme gelen engelleri
Allah-u Teâlâ’nın izniyle aşmıştım. Ali ile vedalaşıp eve geldim. Konuyu anneme
açtım. Yarın gidecektik görüşmeye. Çok heyecanlıydım nedense. Sabah ekenden
kalkıp giyindim. Heyecan gitmek bilmiyordu. Bir sağa bir sola yürüyüp duruyordum
evin içinde. İlk defa bu kadar heyecanlıydım. Öğle namazını kıldıktan sonra
yola koyulduk annemle. Ali bizi kızın evine kadar götürdü. Kapıyı çaldım.
Kapıyı babası açtı eve buyur etti. Biraz sohbet ettik söz asıl konuya geldi
sonra… Kızın babası konuşuyordu; Evladım benim söyleyeceğim bir şey yok sen
kızımla konuş bu konuları dedi. Şaşırmıştım gerçekten. Çünkü ilk defa böyle bir
durumla karşılaşıyordum. Dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa…
Bir
odaya aldılar beni kızla görüşecektim. Sandalyeye oturdum, ellerim masanın
üzerinde avcumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil
vardı. Odaya kız girdi. Nurani yüzlüydü. Önüne bakarak konuşmaya başladı. Diğer
kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya. İlk sorusu namazdan oldu.
Bana namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu. Mesela
öğle namazını kaç dakikada kıldığımı sordu. On beş dakika civarında diye
söyledim. Memnun odu… Sonra birikmiş ne kadar paran var deyince önceki
görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde dedim içimden. Kırk beş bin
lira var. Paranın zekâtını veriyor musun deyince yanlış düşündüğüm için
utandım. Evet, veriyorum dedim. Konuşmasına ağır ağır devam etti. Sizden önce
üç kişiyle görüştüm. Hepsinde zengindi, güvendikleri tek şey paralarıydı. Bütün
konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve
namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü namazı doğru olan ve
huşu içinde kılan bir insandan zarar gelmez. Ailesinin hakkını gözetir,
haksızlık yapmaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez
ve ezmez. Böyle insanı bütün mahlûkat sever, mahlûkatın sevdiğini de Allah-u Teâlâ
sever. Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kul ise makbul edilen kuldur. Ve devam etti
konuşmasına…
Sonra zekâtı
sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı vardır. Fakirlerin hakkını gözetmeyen
eşinin hakkını da gözetmez. Allah ondan nasıl razı olur ki. Ne kadar doğru
konuşuyordu. Konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum
diye dem etti. Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi.
Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehlisünnet âlimlerinin kitaplarını
okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki mendil iyice ıslanmıştı.
Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı, ben sormadan her şeyi anlatmıştı.
Son olarak annemle konuşmak istedi, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca
elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremeden dışarı çıktım.
Annemle on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip
ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun kalmıştı. Anneme içeride ne
konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi
sormuş. Çünkü anne ve babasının razı olmadığı bir evlattan Allah-u Teâlâ razı
olmazmış.
Eve
gidince konuyu babamla konuştuk, çok sevindi. Abdest aldım iki rekât namaz
kıldım odamda… Sonra birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma. Elimdeki sabır
kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuştu ve sonuca ulaşmıştım. Bu günden
itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık. Söz kesilip aileler arasında yüzük
takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu. Akraba tarafı çalgılı olmasında
ısrar ediyor, ben ise dini yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben
yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı
olurmuş onlara göre cenaze evi gibi dualar edilip mevlitler okutulmazmış. Ne
yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da
çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum. Bir akşam evde akrabalarla
toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla istediğinizi kabul ederim
deyince hepsi şaşırdı. Herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi
bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa benim yerime hesap
vermek isteyen varsa kabul edeceğimi söyledim. Kimse yüzüme bakmıyordu artık,
utanmışlardı açıkçası.
Bir
Perşembe günü kız tarafıyla alışverişe çıktık. Nişanlım sanki yanımda köle gibi
duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu. Bir insan bu kadar mı ince
olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben en kaliteli en güzel olan
eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum.
Evimizi döşemiştik. Her şey çok güzel gidiyordu. Düğün günü gelip çatmıştı.
Heyecandan ölecek gibiydim, elim ayağım dolaşıyordu adeta. Düğün tam istediğim
gibi olmuştu.
Evliliğimizin
ilk yılları diğer evlilikler gibi tartışma ya da kavgayla geçmiyordu. Biz
İslam’ın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz olmuyordu. Eşimin zekâsına,
güzel ahlakına, güler yüzüne hayrandım. Onsuz zaman geçmiyordu. İşteyken fırsat
buldukça arıyordum, sesini duydukça çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi
rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve
gittiğimde beni her zaman güler yüz ile karşılardı o anda bütün yorgunluğum
giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun deri bende içeri
gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine
getirmek için can atıyordum. Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine
bakardım.
Arada
bir arabamla gezerdik. Gezdirince mutlu olurdu. Yine bir gün gezdirmek için
çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir, sabır insanı bu
araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini
anlamamıştım. Biraz gezip eve gelmiştik.
Birkaç
gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş kilidi zor açılıp kapanıyordu. Geçen
gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk.
Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor. Bunun içinde geceleri sık kalkıyordu.
Benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum.
O gece
tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama
uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi. Fakat o anda gözlerime
inanamayacağım bir olay geçekleşti. Ben rahatsız olmayayım diye kilitli olan
kapının anahtarına bile dokunmadı. Kapı kilitliydi ve eşim
‘Bismillahirahmanirrahim’ dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı. Bu durumu
görünce kalbimin atışları hızlandı terlemeye başladım. Yataktan kalktım
gözlerim kapıya odaklanmıştı. Yatak odasının camından lavabonun ışığı belli
oluyordu. Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp
uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi. Kalp atışlarım
iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak yatakta doğrulup oturdum. Eşimin
yüzüne baktım. Adeta yüzü nurlanmış parlıyordu. Uyandığımı görünce gülümseyerek
yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye
sordu. Yok, çıktığını bile duymadım
deyince gülümsedi ve yattı. İş gittiğimde sürekli olanları düşünüp duruyordum.
Bu nasıl olabilirdi. Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla
açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum. İşten geldiğimde kapıyı açmak
için bekliyormuş. Selam verip içeri girdim. Elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık
yemeği yedik. Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu diye sordu. Cevap
veremedim. Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki. Sana bir şey söyleyeceğim
diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine bakıyordum. Buyur
söyle dedim. Hamileyim dedi. O anda ayaklarım boşaldı. Düşüp kalmışım yere.
Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu. Yattığım
yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi. Bu habere o kadar çok
sevinmiştim ki anlatamam.
Akşamları
işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum. Gece yattığımızda eşimle hep
hayal kurup duruyorduk. Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı
okumalıydı acaba. İlk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan
sonra hangisini okutsak acaba İslam Ahlakı mı? Herkese lazım olan İmanı mı
okutsaydık. Yok, ilk önce Halifelerin menkıbeleriyle yeşertmeliydi kalbini.
Benim evladım Ehlisünneti savunan, Ehlisünneti yaymak için çabalayan bir kul
olmalıydı. Onu bu şekilde yetiştirmeliydik.
Her akşam
belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbaninin mektubatını okuyorduk.
Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli
okumasını istedim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu
okuyordu. Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı
görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti… Anladım ki o kadar sayfayı
ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektubu bitirince durdu. Mektubâtı
bu zamana kadar kaç kere okudun diye sorunca bilmiyorum dedi. Peki, kitabı
bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi. Anladım ki eşim manevi
derecelere yükselmişti… Beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması bir
kerametti.
O
günden sonra eşime olan hürmetim ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi.
İlmihal okuduğumda anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp
anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi. Hikmetini bilmediğim en ufak bir
davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar, ilmihalin şu sayfasında
yazıyor diye söylerdi. Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği
ortadaydı. İslamiyet’i yaşayan bir numune vardı karşımda. Bu yüzden Allah-u Teâlâ’ya
her saniye şükretsem yine az gelirdi.
Eşimin
birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu
konuyu konuşacaktım kendisiyle. Her zaman ki gibi işten geldim, yemek yedik
konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım. Giderek büyüyen bir heyecanla yavaş
yavaş konuşmaya başladım. İslamiyet’in en ince kurallarına en güzel şekilde
dikkat ediyorsun. Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya
başladı. ‘Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her
haline sabreder ve şükrederse Allah ona daha iyilerini ihsan eder.’ Artık
ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti. O günden sonra
ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak
duruyordum.
Bir
akşam annem aradı, komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra; düğüne beni de
davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslam’a uygun
düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi. Düğündeki İslam’a
uyma titizliğine çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim kıyamet
ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın
kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk. Abi eğilir misin
dedi. Eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile
olmuşum onun bu duruma gelmesine. Bunu öğrenince çok sevindim. Eşim hamile
olduğu için çok fazla kalamadık düğünde eve gittik.
Aradan
aylar geçmiş ve eşim doğurmuş bir tane oğlum olmuştu. Hayatımızdan çok
memnunduk. Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine. Eşime üstadım
diye hitap ediyordum. O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük
vesile o idi. Geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp
başka odaya gidiyordum… Aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü. Eşim her
fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu. Bir zaman sonra eşim hastalandı.
Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu. Eşimin hastalığı artmış benimse elimden bir
şey gelmiyordu.
Bir
akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim. İçeriden
bilmediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu. İlk önce uyuyor
zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini
anladım. O an yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Annemi arayıp gelmesini istedim. Eşimi diğer gün defnettik. Eve girdiğimde
burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı. Her gittiğimde o kokuyu
duyardım… Göremiyordum… Onu özlüyordum sadece. Canım eşim üstadım vefat
etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum.
Her an onu düşünüyordum.
Aylar
sonra eve girme cesareti gösterdim. Gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkona
çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı. Ali’nin ben aradığı o akşam geldi
aklıma. O akşamda aynı dolunay vardı. Gözlerimden yaşlar akarak dışarı çıktım.
Doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım. O güzel kokuyu
hissetmeye başladım tekrar. Arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim
nurlar içinde arkamda duruyordu. Heyecandan bir şey söyleyemiyordum. Başım
dönmeye başladı ve bayılmışım sonra. Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu.
Kalktım etrafa baktım. Eşimi gördüğüm anda sabret dediğini hatırladım. Camiye
gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark
ettim. Elimi cebime attım. Bir tane mendil vardı. Eşimin evinde ilk
konuştuğumuz zaman avcumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü
bulamamıştım daha. Demek ki eşim bulup saklamış. Mendilin bilmediğim şekilde
çok güzel bir kokusu vardı…
27.11.2011